Sakarya Haber köşe yazarı Şehabeddin Mahir Tuna, nice oruç tutanlar var ki konusunu kaleme aldı.
"Nice oruç tutanlar var ki, kendileri için aç kalmaktan başka bir kazançları yoktur."
Peygamberimiz (sav) bu hadisi görünce bir insanın hem oruç tutup hem de o oruçtan hiçbir sevap kazanmamasının ve boşu boşuna aç kalmasının nedenlerini düşünüyor insan…
***
Bir ibadetin Allah’ın rızasına uygun ve makbul olmasının üç temel şartı vardır. Birincisi doğru bir niyet ikincisi yapılan ibadetin usulüne yani kural ve kaidelerine uygun (Peygamberimizin yaptığı ve öğrettiği şekilde) yapılması ve üçüncüsü de ibadetin yapıldıktan sonra ömrünün sonuna kadar muhafaza edilmesidir.
İBADET SADECE ALLAH RIZA İÇİN OLUR!
Niyet bir ibadetin sadece Allah rızası için yapılmasını ifade eder. Bir ibadet %99 Allah rızası niyetiyle yapılırken içine %1 bile olsa başka bir menfaat, düşünce karışırsa o iş ibadetlikten çıkar ve Cenab-ı Hak o ibadeti kabul etmez! Hatta sevap beklenen o ibadetin ebedi alemde kişinin karşısına günaha dönüşmüş olarak çıkacağına dair nakiller bulunmaktadır. Fakat sadece ibadet niyetiyle yapılan bir iş, kişiye ibadetle birlikte kendiliğinden başka bir menfaatte kazandırabilir, bunda bir mahsur yoktur.
Örneğin namaz kılan bir kimse aynı zamanda spor da yapmış olur. Ama bir kimse ben namaz kılayım hem de spor yapmış olurum diyemez! Keza usulüne uygun oruç tutan kişi aynı zaman perhiz yapmış olur ve zayıflar. Ama kişi ben hem oruç tutayım hem de zayıflarım diye bir niyette bulunamaz!
Ramazan ayında verilen iftarlar da buna çok dikkat etmek gerekir. Allah katından çok büyük karşılığı olan iftar yemeklerinin sadece Allah rızası için ve Allah’ın rızasını uygun olarak verilmesi gerekir. Çağırmadı demesinler, o bizi çağırdı bizim de çağırmamız lazım, ben her sene iftar veririm vermedi demesinler, desinler, görsünler... gibi niyetlerle dünyadakilerden bir karşılık ve menfaat beklentisiyle verilen iftarlar Allah rızasından uzak ve niyeti bozuk iftarlardır.
KURALINA UYGUN ORUÇ TUTMAK SAHURLA BAŞLAR!
Oruç tutmak önce sahur ile olur. Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de “Sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de oruç farz kılındı” buyurarak bu ibadetin Adem (a.s.)’dan beri gelmiş bütün Peygamberlere ve ümmetlere farz kılındığını bildirmektedir. Dolayısıyla bütün dinlerde oruç ibadeti bulunmaktadır.
Oruç yemeği sahurda yenir. Bizim orucumuzun diğer dinlerin orucundan en büyük farkı “sahur” yemeğidir. Çünkü diğer tüm dinlerin orucunda “sahur” yoktur. Peygamberimiz (sav)’de "Bizim orucumuzla Ehl-i kitabın orucunu ayıran (şey) sahur yemeğidir." buyurarak bunu vurgulamış, "Sahur yemeği yiyin. Çünkü sahur yemeğinde bereket vardır." buyurarak sahur yemeğinin bereketinden bahsetmiş, ashabından birini sahura davet ederken de "Mübarek yemeğe gel!" şeklinde seslenerek sahur yemeğinin hayrına, bereketine, şifasına ve mübarekliğine dikkat çekmiştir. Dolayısıyla keyfi olarak sahur yapmadan veya akşamdan geç yiyerek tutulan oruç geçerlidir fakat sünnete uygun değildir. Peygamberlik amellerinden biri de iftarda acele edilmesi, sahurun da geciktirilmesidir.
İFTAR SOFRASI İSRAF SOFRASINA DÖNÜŞMESİN!
İftar açmak demektir. Dolayısıyla oruç tutan bir Müslüman iftar yemeğinde bir miktar yemek yiyerek orucunu açmış olur. Peygamberimiz (sav) Oruçlunun iftar vaktindeki duasının reddedilmeyeceğini bildirmiştir.
Orucun birçok hikmeti ve fazileti vardır. Bunlardan biri de insanın aç kalarak nefsini terbiye etmesidir. Çünkü nefis açlığa dayanamaz. İşte bu sebepten ötürü tüm gün aç kalan insanın, iftar sofrasında tıka basa yemek yemesi bütün gün açlıkla terbiye edilen nefsin yeniden azmazına neden olur. Yani bütün gün boşuna aç kalmış olur!
Diğer taraftan Peygamberimiz Peygamberimiz (sav) “Kullarımın içinde en çok sevdiklerim iftarlarını çabuk yapanlardır” ve “İnsanlar iftarda acele ettikleri sürece hayır üzere devam ederler.” buyurmuştur. Peygamberimizin iftarları genelde birkaç hurmadan ibaretti. Çünkü iftar yemeğinde mideyi tıka basa dolduran insanın gecenin kalan vaktini ibadetle geçirmesi ve ibadetlerini sıhhatli yapabilmesi mümkün değildir. Ayrıca 5-10 çeşit yemekli iftar sofraları israf sofrasına, iftar yemeği de yemek yeme törenine dönüşmüş olup, İslam dininde var olan yemek adabı ile çok da uyumlu olmayan bir durum meydana getirmektedir.
MÜSLÜMANIN YEMEK YEMEDEKİ ÖLÇÜSÜ
Peygamberimiz (sav) "Ademoğlu karnından daha kötü bir kap doldurmamıştır. Oysa ki Ademoğlu için belini doğrultacak birkaç lokma yeterlidir. Şayet mutlaka yemesi gerekiyorsa, o zaman (midesinin) üçte birini yemek, üçte birini su, üçte birini de nefes için ayırsın." buyurmuştur.
Ölmeyecek kadar yemek yemek VACİP tir. Yani bir insan oruç tutarken nefsi terbiye edeceğim diye sağlığına tehlikeye atması, sağlığını bozacak derecede az yemesi caiz değildir. En azından vücudun ihtiyacını karşılayıp sağlıksal açıdan ihtiyacı giderecek kadar yemelidir. Bunun ölçüsü ise kişiye ve bünyesine göre değişir.
Doyacak kadar yemek yemek CAİZ dir. Yani insanın açlığını giderip karnını doyuracak kadar yiyip içmesi caizdir. Bunun ölçüsü de yine kişiye ve bünyesine göre değişir. Kimisi bir tabakla kimisi iki tabakla kimisi ise üç tabakla doyar.
Doyma seviyesinden fazla yemek yenmesi ise HARAM dır. Kişinin midesini ve vücudunu rahatsız edecek kadar yemek yemesi de caiz değildir. Bunun ölçüsünü de Peygamberimiz (sav) şöyle açıklamıştır: Midenin 1/3 ü kadarı yemek, 1/3 ü kadarı su ve kalan 1/3 lük kısmı da hava içindir. Dolayısıyla kişi yeme ve içme için ayrılan 2/3 lük kısmı aşarsa midedeki hava için ayrılan kısmın hakkına girmiş olur. Bundan dolayı da nefes alması zorlaşır. Rahat oturamaz, gezemez, konuşamaz ve ibadet edemez. İşte vücuda bu rahatsızlığa sebep olacak derecede fazla yemek bu nedenle HARAM dır.
"Ümmetim hakkında korktuğum şeylerin en korkuncu (tehlikelisi) şunlardır: Karın büyüklüğü (göbek bağlamak), çok uyku, (maddi ve manevî) tembellik ve yakîn (iman) zayıflığıdır."
"Çok yeme içmeden sakının! Zira o, bünyenizi hastalandırır, korkaklığı artırır ve ibadetlerinizde tembelleştirir."